Bunlar neden, nedenini sordun mu?

20 Haziran’daki yazımda, büyük teknoloji şirketlerinin rekabeti önleyici uygulamalarının piyasada ve otoritelerde yarattığı rahatsızlığa değinmiş, ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulan yasa tasarısına işaret etmiştim.

9 Temmuz’da ABD Başkanı’nın imzaladığı “Executive Order“, konuyla ilgili -yeni bir kanuni düzenleme öncesinde- rekabeti önleyici eylemlere yönelik düzenlemelerin daha sıkı uygulanmasını amaçlıyor. Biden, Federal Ticaret Komisyonu’nu, çalışanların sözleşmelerindeki “non-compete” maddelerinin yasaklanması veya sınırlandırılması, çalışanların özlük haklarına ilişkin bilgilerin işverenler arasında paylaşılmasının önlenmesi, üreticilerin ürünlerinin tamiratının üçüncü taraflarca yapılabilmesini engelleyen uygulamalarına (örneğin Apple garanti koşulları) son verilmesi ve internet servis sağlayacıların sözleşmelerin süresinden evvel feshinde uyguladıkları ağır şartların iptal edilmesine yönelik yaptırımlarda bulunmasını talep ediyor.

Karar paketi, ABD piyasasında tüketicilerin satınalım kararlarını serbestçe alabilmesini engelleyen “platform” kısıtlamalarını, ilaç şirketlerinin yüksek fiyatlı satışlarını, bankaların başka bankalara giden müşterilerin verilerini aktarmayı reddetmesi gibi engellemeleri hedef alıyor.

Karar ile birlikte Beyaz Saray’ın web sitesinde yayınlanan “Factsheet“, kararda yer alan her bir konuda akademik araştırmalara ve makalelere referans vererek, kararda yer alan önlemlerin ABD vatandaşlarının hayatına ve gelirlerine sayısal etkilerini detaylandırıyor ve böylece her bir kararın teorik ve pratik gerekçelerini, olası etkileri ile birlikte kamuoyuyla paylaşıyor.

Yönetimin, aldığı kararlara ilişkin olarak yönetilenler ile paylaştığı gerekçeler, bunları bağımsız araştırmalarda elde edilen verilere dayandırması, nedenleri ve kararın etkilerini sayısallaştırarak anlaşılır şekilde paylaşmasını kararın içeriğinden daha fazla önemsiyorum.

Zira, yalnız kamu yönetiminde değil, şirketler başta olmak üzere tüm kurumlarda, alınan kararların gerekçeleri, mantığı ve beklenen getirileri ile birlikte kurumun çalışanları ve gerektiği durumlarda diğer paydaşları (müşteriler, hissedarlar, iş ortakları, dağıtıcılar, tedarikçiler vd.) ile paylaşılması, yönetim kalitesinin ve sonuç alıcı icranın önemli bir bileşeni.

Neyin neden yapıldığını/yapılmasının istendiğini, kararların hangi saiklerle alındığını ve hangi sonuçların beklendiğini bilmek, kamu yönetiminde vatandaşların, şirket yönetiminde çalışanların, ve halka açık şirketlerde hissedarlar başta olmak üzere paydaşların kararları benimsemesini, desteklemesini ve sonuçlar üzerinden sağlıklı değerlendirme yapılabilmesinin, hesap verilebilirliğin ön şartını oluşturuyor.

Sen sadece dediğimi yap” yaklaşımı, bilgi ekonomisinin ortasında, sanayi devriminin ilk aşamalarında kalmış kafalarca yönetim icrasını işaret ediyor ve sistemi suboptimal çözüm ve sonuçlara götürüyor.

Konu şirketler ise, böylesi çalışma kültürünün “norm” olduğu şirketlerde (ki ülkemizde çoğunluktalar) insan kaynakları, iç iletişim ve yatırımcı ilişkileri fonksiyonlarının neden var olduğunu tekrar düşünmek gerekiyor. Aksi durumda, Schumpeter’in işaret ettiği gibi, zaman (rekabet diye de okuyabiliriz) sorunu kendiliğinden çözecektir.

Ne de olsa, Neşet Ertaş’ın da işaret ettiği gibi: “Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz”